26 Haziran 2011 Pazar

5-A

Bu hayatta şans ve tesadüf diye nitelendirdiğimiz olaylar mutlaka vardır; bazılarımız bunların tamamını kader diye de nitelendirir. Adına ne dersek diyelim, benim yaşadığım ve hatta belki de yarattığım bir şanstan bahsetmek istiyorum sizlere.
TEGV'den beni arayıp pazartesi günkü etkinliğe destek olup olamayacağım sorulduğunda, onlara bunun imkansız olduğunu söyleyip teklifi reddetmiştim. Öyle keyfimden falan değil, o saatlerde
dersim olduğu için teklifi geri çevirmiştim. Tek boş günüm olan perşembe günü zaten bir etkinliğe gidiyordum ve malesef başka bir boş günüm yoktu. Telefonu kapattıktan sonra yapabileceğim bir şey olup olmadığını uzunca düşündüm. Aslına bakarsanız konuyu o an kapatabilir ve sonra da unutuabilirdim; ama yapmadım. Düşünmek beni bir sonuca vardırdı. Çarşamba günü öğleden sonra olan laboratuvar dersine artık girmeme kararı aldım ve etkinliği bu saate alıp alamayacağımı öğrenmek istedim. Birimim ve okulla konuştuktan sonra etkinliğin çarşamba gününe almıştık. İşte o gün verdiğim karar benim kendi şansımı yaratmamı sağladı. Bunu görebilmek tabii ki o anda mümkün olmuyor. Steve Jobs'un, Stanford Üniversitesi'nin mezuniyet töreninde yaptığı o ünlü konuşmada anlattığı ilk hikayeydi noktaları birleştirmek. O konuşmada noktaların ileriye doğru değil sadece geriye doğru bakarak birleştirilebileceğini söylemişti. Haklıymış; çok değil sadece 2 ay sonra geriye dönüp bakıyorum ve o gün verdiğim kararın bu güne kadar hayatımın en önemli kararlarından birisi olduğunu görebiliyorum. Bu şansı sanırım ben yarattım. Nükhet Öğretmen ile tanıştım ve onun müthiş 5-A sınıfı ile. Kendi ilkokul sınıfıma döndüm. Belki kendi öğretmenimi gördüm ve kim bilir belki kendimi gördüm o sınıfta, kendimden bir parçayı... Çok iyi bir öğretmenden daha iyi ne olabilir diye düşünürken, çok ilgili velileri gördüm -işte benim sınıfım dediğim bir başka nokta- ve dünya tatlısı kardeşlerimi. Kardeşim dersem heralde bana kızmazlar, öğrencilerim de diyebilirdim ama ben onların Batu Abisi* olmaya çalıştım. Bir şeyleri körü körüne öğretmek yerine, abilik* yapmaya çalıştım elimden geldiğince. Şüphesiz benim de hatalarım, yanlışlarım olmuştur; hangimizin yok ki? Şurası kesin ki geçmişe baktığımda hepsini hatırlayacağım. Belki bazıları bir fotoğrafın solmuş kısmındaki gibi flu yer alacaklar; bazıları da dün gibi canlı olan kısmında... Umarım onlar da geçmişe baktıklarında beni hatırlamasalar bile; bunu bir yerde duymuştum diyerek söylediğim bir cümleyi hatırlayacaklar. Önemli olan hatırlanmak istemem falan değil; sadece onlara ufacık da olsa bir şey katabilmiş olmak. İşte bunu gerçekten başarabilmişsem olduğum yerden onlara gülümseyeceğim.
Sonuç paragrafı yazmak şüphesiz edebiyatın olmazsa olmazlarındandır; ancak kimilerine göre çok anlamsız gelebilecek ama benim için derin anlamlar içeren bu yazıyı tamamlamak kolay değil. Korktuğum da söylenebilir aslında, onları bir daha görememekten korkuyorum belki de... Umarım yanılırım ve en azından bir kaçı beni abisi* olarak görmeye devam eder.

*Türk Dil Kurumu artık abi kelimesini de ağabey yerine kabul ettiği için bu şekilde yazılmıştır.

10 Haziran 2011 Cuma

Ön Çapraz Bağ Ameliyatı

Ön çapraz bağ, diz ekleminde diz kapağının arkasında uyluk kemiği ile kaval kemiği arasında yer alarak dizin hareketlerini kısıtlar. Bu çapraz bağı koparmak günlük hayatta pek de kolay bir iş değildir. Ön çapraz bağ kopması genellikle spor yaralanması olarak görülür. Benim de sol diz ön çapraz bağım basketbol oynarken diz dönmesi sonucunda koptu. Uzunca bir süre doktora gitmemeyi tercih ettim. Bir süre sonra merdiven çıkarken bile dizimde ağrılar olduğunda; doktora gitme zamanı benim için gelmişti.
İnternette bir çok yerde şu doktor, bu doktor şeklinde yazılar bulabilirsiniz; bu nedenle buradan şu iyidir bu kötüdür gibi bir yorum yapmayacağım. Bununla birlikte şu sözü size hatırlatmakta fayda var: Hastalık yoktur, ha
sta vardır. Çok iyi denilen bir x doktoru bu ameliyat sonunda 6 ayda bir hastayı ayağa kaldırabileceği gibi, bir başka hastayı da sakat bırakabilir.
Kesin ameliyat lafını duyduktan sonra kaçış yoktu. Sabah 6'da hastaneye gittim. Öncelikle dizimi baldırın
ortasından kasığa kadar traş ettiler, kan tahlilleri falan filan derken ameliyathane yolu gözükmüştü. Ameliyatı epidural anestezi ile gerçekleştirdiler. Ameliyat sırasında bir de güzel bir şeyler verince bana ameliyatı hiç hatırlamıyorum; ama doktorlar çok iyi hatırlıyor. Bütün ameliyat boyunca her soruyu 100'er defa tekrar etmek suretiyle bir çok soru sormuşum. Ameliyat son derece ağrısız ve sızısız oldu. Ameliyattan sonra odaya gelişimi çok net hatırlıyorum; ancak sonrası biraz eksik. Bu kadar ağrısız olmasının bir kaç yan etkisi var tabi kusmak. Yine de hiç ağrı çekmemek epidural anestezinin yan etkileri yanında o kadar önemli ki, o etkileri kabul etmekte zorlanmıyorsunuz. Anestezinin etkiler geçtikren ve belden aşağınızı hissetmeye başladıktan sonra o keyif yerini keyifsizliğe bırakıyor. Ayak bileğinden kasığa kadar olan bir atel ile bacağınızı kati suretle hareket ettiremiyorsunuz, bunun yanında dizinizi 1 derece dahi kıramıyorsunuz. (Ateli sağda görebilirsiniz.) Ameliyat günü herhangi bir aktivite yok bütün gün yatıyorsunuz, gelen ziyaretçilerle sohbet ediyorsunuz. Pek bir şeyin farkında olmadığınız için psikolojiniz de yerinde oluyor. Gelelim ikinci güne... İkinci gün fizik tedavi başlıyor ve ilk defa ateliniz o anda çıkıyor. Ateli çıkaran doktor hadi kaldır bacağını diyor. Siz biraz çabalıyorsunuz ama o bacak 1 cm bile kalkmıyor. Psikolojinin bozulmaya başladığı ilk anlar. Fizik tedavinin ilk aşaması bir makina getiriyorlar ve o makina bacağınıza diz bükme hareketi yaptırıyor. Böylece dizinize yeni eklenen bağ yapması gereken hareketleri yavaş yavaş ve zorlanmadan öğreniyor. Zorlanmadan derken bağ zorlanmıyor, siz zorlanıyorsunuz. Fotoğraf sizi aldatmasın her şey yolunda işareti yapsam da o sadece göstermelik. O makinanın dizinizi getirdiği son dereceler oldukça canınızı yakıyor. Sanki dizinizin içinde bir şeyleri çekiştiriyorlar gibi. Fizik tedavideki makina aşaması dışında başka bir aşama daha var yürüyüş. Yürüyüş için atel yeniden takılıyor ve iki adet koltuk değneği geliyor -insanın psikolojisini altüst eden bir nokta daha-. Koltuk değnekleri ile yürüyeceksiniz; ancak önce yataktan kalkmanız gerekiyor. Bu işi sizin yapmanız mümkün değil! Birisi sizin için bacağınızı yataktan kaldırıp yere koyacak ve sizin yürümeniz için uygun koşulu sağlayacak. Sonra iş sizin o değnekleri elinize alacaksınız ve yürüyeceksiniz. Yürümek bu işin en zevkli anlarından bir tanesi aslında; tabi yataktan kalkamadığınızı ve tekrar yatamadığınızı saymazsak. Bu işleri insanın kendisinin yapamaması ve birisinin o bacağı indirip kaldırması emin olun aslında ne kadar çaresiz olduğunuzu gösteren bir durum. Psikoloji ne durumda bunu yaşamayan bilemez ve umarım yaşamazsınız. 3 günlük hastane ziyaretinin ardından artık serbestsiniz, eve çıkabilirsiniz. Atelin çıktığını sakın düşünmeyin, çıkmasını bırakın kendisi hala 0 derecede duruyor yani bükemiyorsunuz. Eve çıktınız demek, her gün hastaneye fizik tedaviye gitmeniz demek. Fizik tedavi süreci bu ameliyatın en önemli dönemi aslında. Hareketler gittikçe değişiyor, bağın alışmasını sağlarken kullanmadığınız kasların da güçsüzleşmesini önlüyor. Ameliyattan sonra 1 cm bile kaldıramadığınız bacağınızı kaldırmaya başlıyorsunuz. Bütün o kötü psikoloji içerisinde inanılmaz mutlu olduğunuz anlardan bir tanesi işte. Yaklaşık 1 ay geçtikten sonra doktor 0 derece olan o ateli 15 dereceye getiriyor. İşte o anda aslında 15 derecenin bile ne kadar önemli olduğunu anlayabiliyorsunuz. Bir bacağı dümdüz uzatarak uyumaktan, kırarak uyumaya terfi ediyorsunuz ve inanılmaz mutlusunuz. Sokakta koltuk değnekleriniz ile gezebilir, dolaşabilirsiniz; ancak bunu pek tavsiye etmem. İnsanların gözleri üzerinizde, size bir acımak duygusu ile suratlarını buruşturarak bakıyorlar. Normal zamanda ne olacak ya bakarlarsa baksınlar diyebilirsiniz, ben de derdim; ancak zaten fazlasıyla kötü bir psikoloji içerisinde iken bu bakışlar çok can yakıcı olabiliyor. Benim tavsiyem oturun evinizde =). Günler geçtikçe derece artıyor 45-90 derken 120 ve sonra atel çıkıyor. Yine de kalabalık yerlerde fazla dolaşmayın tam iyleşme olmadan yeniden bir diz dönmesi yaşamak istemezsiniz. 3 ay tamamlandığında günlük aktivitelerinizi sorunsuz bir şekilde yapmaya başlıyorsunuz, doktorunuz size kısa yürüyüşler veriyor. 4 ayda hafif tempolu koşular, daha uzun yürüyüşler derken. 6 ay geçtiğinde iyleşme süreniz yaklaşık olarak tamamlanıyor. Yukarıda söylediğim gibi hastalık yoktur hasta vardır. 5 ayda iyleşmesini tamamlayan da olabilir 8 ayda tamamlayan da; ama ortalama 6 ay sonra iyisinizdir. Dikiş izleri olabildiğince iyleşmiş ve kalıcı izler başgöstermiştir.
Benim tavsiyem eğer sporcu değilseniz, sadece amatör olarak spor yapıyorsanız; dizinizi fazla zorlamayın. Spor yaparken 2li mücadele yaşayabileceğiniz ve ters hareketlere, düşüşlere sebep olacak sporlardan uzak durunuz. Diziniz ne kadar iyi olsa da 6 aydır spor yapmadınız ve bir anda ona fazla yüklenmek istemezsiniz. Ben 6. ayımdan sonra bir pota kulup bol bol şut attım. Günler gettikçe stoplar, reboundlar derken artık maç yapabilecek tempoya geldim. Doktorunuz ne söylerse söylesin önemli olan sizin ne hissettiğinizdir. Eğer kendinize güvenemiyorsanız sakın zorlamayın zamanla o güvensizliği kıracağınızın garantisini verebilirim.
Bu yazıyı ameliyatımın 1. seneyi devriyesine ithafen yazıyorum. Artık voleybol, tenis ve basketbol oynayabilecek yani ameliyat öncesi hiç bir şey olmayan halime geri döndüm. Geri döndüm evet ama yine de bu durum ameliyat olduğum fikrini kafamdan çıkaramaz. Bu nedenle de bazı pozisyonlarda dizimi istemsiz olarak sakınmam gayet normal. Kim bilir belki bir gün o fikir de kafamdan çıkar gider.