3 Temmuz 2011 Pazar

Wimbledon 2011

Wimbledon 2011 bugün sona erdi. Turnuva erkeklerde Novak Djokovic ve bayanlarda Petra Kvitova'nın zaferi ile sonuçlandı. Turnuva hakkında konuşaçağım elbette ama turnuva sonunda aklımda kalan tenisin dışında merkez kortun çatısı.
İki yıl önce merkez kortun tavanı yapıldığında şüphesiz tüm tenis severler mutlu olmuştuk. Bu yıl da yağmurlu günlerde kapatılan merkez kortu gördük; ama içlerinde bir gün var ki ben tavanın kapalı olduğuna hiç emin olamadım. Bahsettiğim gün bayanlar çeyrek final maçlarının oynandığı son salı günü (28 Haziran 2011). O gün yağmur o kadar şiddetli yağıyordu ki tavan kapalı olmasına rağmen bazı birleşme noktalarından içeriye su alıyordu. Dünyanın en eski ve en prestijli tenis turnuvası olan Wimbledon için bu görüntü pek hoş değildi. Bunun yanında üstü kapanan merkez kortun tavanına düşen yağmur sesi ile içeriye hava pompalayan motorların sesi oyuncuları olduğu kadar biz izleyicileri de çok fazla rahatsız etti. Doğal olaylardan bu kadar bahsetmişken Lisicki ve Bartoli arasında oynan bayanlar çeyrek final ilk maçında şimşek sesi sonucunda Lisicki'nin zıplaması uzun süre televizyon programlarını ve sosyal paylaşım sitelerini süsleyecek gibi duruyor.
Bayanlarda Williams kardeşlerin çeyrek finale çıkamaması süpriz olarak görülürken, Wozniacki ise Wimbledon geleneğini bozmayarak 4. turda elendi ve Grand Slam şampiyonluğu hayallerini de şu ana kadar en büyük başarısını yakaladığı Amerika Açık'a bıraktı. Turnuvada en göze çarpan raketlerden bir tanesi de Marion Bartoli oldu. Sayı aralarında zıplaması, haploması ve diğer tüm hareketleri görmeye değer. Başlarda biraz antipatik gelse de, zamanla alışıp değişik bir sempati uyandırıyor insanda. Hakkında biraz araştırma yapınca Bartoli'nin üstün zekalı olduğuna rastladım; aslına bakarsanız bunu davranışlarına bakarak da anlamalıydım. Einstain'in dediği gibi dahilik ile delilik arasında ince bir çizgi vardır. Bayanlar yarı final eşleşmeleri öncesinde otoriteler finalin adını Sharapova-Azarenka olarak görüyordu. Bu durum ise beni oldukça korkutuyordu. 2-3 saniye arayla 100 desibelin üstünde bağırışlar duymak sadece beni değil maçı izleyen herkesi şüphesiz rahatsız edecekti; ancak korkulan olmadı. Petra Kvitova, Victoria Azarenka'yı 2-1 yenerek adını finale yazdırdı. Finalde ise Sharapova maça çok kötü bir başlangıç yaptı. Durum 2-5 olana kadar Sharapova sahada zorla duruyormuş gibi bir hali vardı. 2-5'te servis atarken durumun ciddiyetini anlayıp servislerine yüklenmeye başladı ve durumu 3-5'e getirdi. Sharapova tam kendini buldu derken Kvitova bu maçı ne kadar istediğini gösterdi ve 0'a karşı aldığı oyunla seti 4-6 kazanmış oldu. İlk setin sonundaki kıpırdanma ile ikinci sete daha iyi başlaması beklenen Sharapova, tam bir hayal kırıklığı göstererek ilk servisini kırdırdı. Aslında kırılan bu servis oyunu 2. setin habercisi gibiydi. Set boyunca Sharapova 2 kez, Kvitova ise 3 kez servis kırdı. Servis kırılan oyunların uzun süre avantaj, berabere ile gitmesi kimi zaman can sıksa da; görsel bir ziyafet halindeydi. Durum 4-5 Kvitova lehineyken, Kvitova'nın servis attığı oyunda Sharapova üst üste hatalar yaptı ve durum 40-0'a geldi. Kvitova önüne servis edilen bu fırsatı kaçırmadı ve attığı ace ile maçı kazanmayı bildi. Tüm hataları Sharapova yaptı gibi göstermek şüphesiz Kvitova'ya haksızlık olur. Kvitova da maç boyunca attığı etkili servisler ve sayı vuruşları ile kazanmayı hak etti. Böylece 21 yaşındaki Çek Petra Kvitova, kariyerinin en büyük başarısını kazanmış oldu.
Gelelim erkeklere.... Kuralar çekildiğinde herkes nefeslerini tutmuştu. Geçen yıl bir rekora sahne olan John Isner-Nicolas Mahut maçı bu sene ilk tur kurasında yeniden çıktı; ancak beklenen çekişmeye sahne olmadan 3-0 Isner'in galibiyeti ile sonuçlandı. Bu sene erkeklerdeki çekişme bana göre bayanlardaki çekişmeden çok daha fazlaydı. Yıllardır bir klasik haline gelmiş Federer-Nadal ikilisinin yanına Djokovic de eklenince işler iyice renklendi. Sadece bu üç ismi söyleyerek diğer isimlere haksızlık etmemem gerekir. Federer ve Djokovic Nadal'a göre daha basit bir yoldan çeyrek finale geldiler. Nadal ise Del Podro maçında buraya kadar mı sorusunu akıllara getirse de toparlanmayı bildi. Hatta maç sonunda turnuvada devam etmem MR sonucuma bağlı sözü ile tüm hayranlarını endişelendirmişti. Çeyrek finalde Djokovic çok rahat bir maç ile adını yarı finale yazdırırken gözleri rakibinin kim olacağına çevrilmişti. Federer-Tsonga maçının setleri 2-0 olduğunda kimse Federer'in buradan maç kaybedeceğine inanmazdı. İnanmak bir yana Federer Grand Slamlerde 2-0 öne geçtiği 178 maçın tamamını kazanmıştı. Setin başında Tsonga'nın aldığı tuvalet molası dönüşü işler bir anda tersine döndü. Sahada inanılmaz oynayan bir Tsonga vardı ve belki de hayatının maçını oynamıştı. Federer bu Tsonga karşısında tamamen çaresizdi ve bir ilk gerçekleşti. Federer Grand Slamlerde 179. defa öne geçmesine rağmen maçı 3-2 kaybetti. Tsonga'nın bu oyununu sürdürmesi halinde Djokovic'i yenmesi içten bile değildi. Yarı final ilk maçı için Tsonga sahaya çıktığında Federer maçından çok farklı bir Tsonga vardı kortta. Djokovic durumu 2-0'a getirdikten sonra Tsonga biraz kıpırdadı ve bir set aldı ancak bu performansı sadece kısa süreliydi. Yarı final maçı Djokovic için final öncesi iyi bir antrenman maçı olmuştu. Yarı finalin diğer ayağında Birleşik Krallığın merakla beklediği bir maç vardı: Nadal-Murray. Murray ilk seti kazanmış olsa da diğer setlerde kendisinden beklenen performansın çok uzağında kaldı ve maçı 3-1 kaybetti. Gözler finale çevrilmişti; Nadal bu sene yenemediği Djokovic ile karşı karşıyaydı. Finalin ilk setinde maç dengeli başladı. Maç başında para atışını kazanan Nadal ilk servisi rakibinin atmasını istediğinde ne kadar büyük bir hata yaptığının farkında değildi. Maç 4-5 ve Nadal servis atarken bu avantajını kullanan Djokovic rakibinin servisini kırarak ilk seti kazandı. İkinci sette tam bir Djokovic rüzgarı esiyordu. Nadal ilk seti kaybetmenin verdiği psikolojiyi üstünden atamayarak rakibine iki kez servis kırdırdı ve seti 1-6 kaybetti. Setlerde 0-2 üstün olmanın kendisine verdiği rahatlık ile 3. sete rahat başlayan Djokovic servisini kırdırarak geriye düştü. Nadal bu avantajını set boyunca sürdürdü ve seti almayı bildi. Djokovic, dinlenme setinin ardından 3. sete hızlı bir başlangıç yaparak Nadal'ın ilk servis oyununu kırdı ve sete avantajla başladı. Bu avantajını setin devamında kaybetmeten Djokovic; bizleri şaşırtmadı ve Nadal'ı bir kez daha yenerek Wimbledon 2011'in şampiyonu oldu.
Önümüzdeki yıl merkez kortla beraber 1 numaralı kortun da üstünün kapatılması ve maçların daha az sarkması dileğiyle bu yılki Wimbledon macerasından şimdilik bu kadar. Amerika Açık'ta görüşmek ümidiyle...